23 Ağustos 2020 Pazar




Talmud, Bava Batra Bölümü
Daf 16’ya göre;
Şeytan, kötü dürtüler ve ölüm meleği, aynı şahsiyetlerdir.



Küçük oynamanızın dünyaya hiçbir iyiliği dokunmaz.
Marianne Williamson


Büyük fabrikalar olduğunu söylemişti hemşire. Uçsuz bucaksız seri üretim merkezleri imiş oralar. Çok sayıda robot ve az sayıda insanın çalıştığı, tüm tüketim malzemelerinin üretildiği alanlar olduğunu söylemişti. Yiyeceklerden ilaçlara, elektronik cihazlardan kıyafetlere kadar sonsuz bir liste çıkarılabilirmiş. Böyle düşünüldüğünde insanların neden işsiz kaldıkları ve neden yardıma muhtaç oldukları anlaşılabiliyordu. 

Dünyanın artık insana ihtiyacı yoktu, üretmek için. İhtiyaç duyduğu tek sektör tüketimdi. Tüketebileceğiniz sürece varsınız. Hayatta kalabilmek için para vermeli, harcamalı ve devlete yaşamaya değer olduğunuzu ispatlamanız gerekirdi. 

Çoğu insana göre standartlaşan bu düzen bir veli nimetti. Onları hayatta tutan, yaşam malzemesi veren, sağlıklı kılan önemli bir mekanizmaydı. İçinde bulundukları sistemin bir tür canavar olduğunu bilseler buna devam ederler miydi? 

İçimden yükselen kötümser bir ses devam edeceklerini söyledi. Alışkanlıklar kötü şeydir Asya. Kolay kolay ardında bırakamazsın hiç birini. Bazen vazgeçmek yerine devam etmek en kolay yol olur. 

Gökyüzü gereğinden fazla karanlıktı. Teninizi yapış yapış yapan bir sıcaklık ve en az nefesiniz kadar ısıtan bir rüzgar hakimdi havaya. Pencereden gözüken asfalt yol yarı yarıya boşalsa da hala hatırı sayılır bir insan trafiği vardı.

Kimileri katil, kimileri hırsız, kimileri kaçak kimileri kaçakçıydı. Geride kalanlar ise benim gibi sadece maktüldü. Her an kötü bir şey olabilme ihtimaline karşı diken üstündeydik. 
Kilidi tam olarak kapanmaya pencereye, boş verandaya ve en sonunda evin etrafını üç taraftan saran ormanlık alana baktım.

Bahçe kapısı yine açıktı. Her ne kadar dikkatli olursam olayım mutlaka bazı şeyleri gözden kaçırıyordum. Belli ki istenmeyen bir misafir etrafı kolaçan etmişti. Kapıyı kapatmadan gitmiş miydi yoksa hala bahçede miydi? Etrafta bir hareket algılamadığım için oyumu ilk seçenekten yana kullanmayı tercih ettim. Hava tam olarak kararmadan önce kapıyı kapatmak için alt kata indim. 

Kurumuş otlar, eski püskü ayakkabılarımın altında hışırdıyor, sokakta artık tek tük kalan birkaç kişinin ayak seslerine karışıyordu. 
Evin bahçesine çekilmiş tel örgülerle bitişik büyük raylı bir kapıydı. Ray paslandığı ve bakım yapılmadığı için yerine çekmek baya zordu. Pastan dökülen yüzeyine asılıp kendime doğru çektim. Kollarımın iki katı genişliğindeydi. Uzun süredir yağlanmadığı için gıcırdıyordu. Ama gıcırtının dışında bir ses daha yükselmişti. O an dikkat kesilmemiş olsam sesi duymam pek mümkün olmazdı.
Emindim, ses bahçenin bitiminden 10 metre sonra başlayan ormandan yükselmişti. 

Korkuluğa tünemiş bir karga tıpkı benim gibi ormanı gözetliyordu. Sessizliğini bozup gakladığında korkuyla yerimden sıçradım ve o zaman gördüm. Kalın ağaç örtüsünün arkasında duran şeyi…

Hızla üzerime gelmekte olan bir karartı. Sanırım bir baykuştu! Başımın bir kaç santim ötesinden rüzgâr gibi esip geçti ve bu, uğursuz bir senfoninin başlangıç notası oldu!
Bir belgesel sahnesine benziyordu. Yırtıcının saldırısından hemen önceki uyarı çığlıkları yükseliyor ve canlı olan her şeyi kaçıyordu. Ormandan yükselen yoğun ses dalgalarından sakınmam mümkün değildi. Kuşlar her tonda şakıyıp, çeşit çeşit dillerde konuşmaya başladı. 

Baykuşların boğuk homurtular,
Kargaların çığlıkları, 
Serçelerin cıvıldamaktan uzak sesleri, 
Ve daha onlarcası... 

Ruhuma ulaşan karanlık bir hisle izlenildiğime dair uyarıldım. Göz bebeklerim çaprazımda, ormanın girişinde duran bir çalıya takıldı. Bütün duyu organlarım, gördüğüm şeye odaklanmıştı . Eğer ileri derece miyop değilsem -ki değildim- orada bir şey vardı. 
O şey bir çalı değildi. 
Hafifçe öne eğilmiş ve saldırı pozisyonunu almış, vahşi bir şeydi. Bir hayvana benziyordu. Ama bilinçaltım, onun bir hayvan olduğu fikrine bir an bile inanmadı.

Ağzımın içindeki safra tadı yoğunlaştığında, onun bana doğru atıldığını gördüm. Yaslanmış olduğu ağacın geniş gövdesinden bir ok gibi fırladı. Hareket, yanı başında patlayan bir silah etkisi yapmıştı.

Çığlık ses tellerimi yararak çıktı ve ben daha akıl etmemişken, adalelerim eve doğru hareketlendi. 
İki yüz kilometre hızla giden bir trendim. Bir elin omzuma değdi sandım! Hızla silkindim ve tren rayından fırlayıp parçalarına ayrıldı. Koş! dedim kendi kendime. Sakın arkana bakma ve koş!

Verandanın basamağına ilk adımımı attığımda berbat bir çarpma sesi duydum. Sanki gerçekten bir tren varmış da tüm süratiyle bir duvara çarpmıştı. Verandayı uçarcasına geçip açık kapıdan içeri attım kendimi. Kapıyı süratle gerisin geri örtmemin hemen ardından koridoru soluk soluğa geçip mutfağa koşmuştum. Mutfak dolabının üzerinde duran sabit hatlı telefona bir umut uzandım. Bir çağrı bırakabilirsem belki bir dönüş yapılırdı.

195’i tuşladım. 
Birincil derecede tehlike: Cinayete teşebbüs, taciz-tecavüz, silahlı yaralanma. 

Ancak bu durumlardan birindeyseniz bu numaraya ait çağrıyı bırakabilirsiniz. Aksi bir durumdayken bu çağrıyı kullanmanızın ağır yaptırımları olurdu. Tabi bir güvenlik birimi sizi fark eder ve çağrınıza dönüş yapar ise.
Şu an tek dileğim içlerinden birinin adresime yakında olmasıydı. 
Diğer yandan kulağım sürekli dışarıda, en ufak sese karşı tüm duyularımı odaklamıştım.

Titreyen diz kapakları, ağlamaya hazır gözler, diken diken olmuş tüylerden ibarettim. "Sakin ol" dedim kendi kendime. 
En iyisi odama çıkıp yukarıdan bahçeye hızlıca göz gezdirmekti. Oda pencerisinden dışarıya bakındım. Etrafta gezinen biri görünmüyordu. Mutlak bir sessizlik içinde nefes alıp veren tek canlı bendim. 
Ormanlık alanda kimse yoktu. Bahçe kapısı bıraktığım gibi yarı aralıktı. 

Parmaklarımı saçlarıma geçirip diplerine masaj yapmaya çalıştım. Oysa bir yanım onları çekip koparmak istiyordu. Arada sırada son derece gerçekçi kabuslardan uyanır, bazen sesler duyar, gördüğümü iddia etsem de gerçekte olmayan şeyleri gösterirdim. Tıpkı az önce olduğu gibi... 

Çocukken, geceleri hep bir şeyin adımı fısıldadığını söylerdim. Ama diğer herkes bana gülüp, sadece rüzgar uğultusu derdi. Haklıydılar! Dikkat kesildiğimde duyduğum şeyin, rüzgarın uğursuz nefes alışları olduğunu anlamış ve alışmıştım. Şimdi, hiçbir ses o kadar masum gelmiyordu kulağıma. 
İçinde yaşadığım dünyadan dolayı paranoyaklaşmış, deliliğin kıyısında ipteki bir cambaz gibiydim. Düşmemek için  kan ter içinde ipi takip ediyordum. Ama bir türlü karşıya geçemedim. Hep ipteydim. Hep ipte!


Ada’nın gerçek sakinleri

Sakinleşmek için yapabileceğim tek şey yüzümü yıkamak ve biraz serinlemekti. Artık iyice eskimiş olan havluyla yüzümü kuruturken, boy aynasının karşısına geçtim. Çöpün kenarına, önceki sahibi tarafından terk edilmişti, büyük bir kısmı çatlaklarla doluydu. Çatlaklardan yansıyan yüzüm her zamankinden daha bitkin, gözlerim ise suluydu. Birisi yüzüme kül serpmiş gibi solgundum. 

Geçti dedim kendi kendime. Dışarıdaki her kimse dışarıda kalmaya devam etmişti. Ya da tam beynimin içindeydi? Suratımda kalan son birkaç su damlasını alırken aynada tuhaf bir şey gördüğümü sandım. Sönen bir ateşten yükselen siyah dumanlara benziyordu. 
Dumanın odamda ne işi vardı?
Başımı çevirip omzumun üzerinden geriye baktım. Tüylerim diken diken olurken şaşkınlık dehşetle beraber kanıma işledi.
Banyonun kapı ağzında biri vardı.
Odamın gölgelerine saklanmış, yılan gibi gözleri olan biri...
Yılan mı?
Yüzüme tokat gibi çarpan bir sesle “Çığlık atmanı beklerdim” dedi. Sesi öyle bir tetikleyiciydi ki, sahip olduğum 86 milyon nöronun 86 milyonu da ona itaat etti ve boğazımdan fırlayıp gitti çığlık! Kendi gürültümün içinde "Doğru tepki" dediğini duymuştum.
Benim kontrolümde kalmış birkaç nöronun komuta ettiği elim, banyo kapısını hızla kapadı. Tir tir titreyerek çevirdim kilidi. 
Evime nasıl girmişti? 
Ne yazık ki bu soruya verebileceğim onlarca cevap vardı. Kilidi tutmayan mutfak camı, biraz zorlayarak kırabileceğiniz ön kapı, pas tutmuş arka giriş...

Kulağımı kapıya, kalbimi göğüs kafesime dayadım. 5 dakika geçti. 10 dakika, koşarak yol aldı. Ama içeriden bir çıt sesi bile yükselmedi.
Hala orada mısın? 
Oradaysan neyi bekliyorsun? 
Kapıyı kırabilir veya tehditler yağdırabilirdi. O pozisyonda ne kadar durduğumu bilmeden bekledim. Yine yeniden hiç bir ses yükselmiyordu. Gerçek miydi tüm bu olanlar? Bir kabus olmasını diledim. 
Uzun bir süre bekleyişin ardından korkudan çalışmayı kesen beynimde bir yaşam sinyali belirdi. Bitkiler diyordu bana. Yan odadaki minik sera bu kapının ardında benden çok uzaktaydı. Korumasız bir biçimde. Bu yüzden kapıyı açma derdine girişmemişti. Aradığını bulduğu için! 
Az önceki korkuya artık bariz bir çaresizlik eklenmişti. Hayatta kalmamı sağlayan şeyleri kaybedersen hayatta kalmamın pek bir faydasını göremeyecektim. Terli avuç içlerim kapıyı olabilecek en sessiz şekilde araladı. Banyodan gelen ışıkla hafifçe aydınlanan odayı bir güvenlik kamerası gibi dikkatle taradım.

Pencere açıktı ve bu o şeyin içeri nasıl girdiğini açıklıyordu. Ani bir rüzgarla perdeler havalandı.  Sessizce attığım iki adım sonra odanın ortasında durup etrafı dinlemek için birkaç saniye bekledim. Diğer odalardan yükselen herhangi bir tıkırtı ya da ona benzer bir şey duymayı bekliyordum.
İnce tişörtümü delip, tenime ulaşan bir sıcaklık yayıldı sırtıma. Benden başka bir bedenin varlığıydı o. Tıpkı bir kedinin tüyleri gibi kabardı ensemdeki tüyler. Beynimdeki güvenlik mekanizması alarm veriyor, tehlike diye bağırıyordu! Bir erkeğe ait olan  duygusuz ses hemen arkamdan yükselmişti. 
"Cesurca" 
Cesurca mı? 
Sözlük anlamı neydi? 
Unutmuştum.
Çünkü cesaret, kırıntısını dahi bırakmayarak terk etmişti beni. Pılını pırtını toplayıp gittiğinde, tir tir titreyen bir kan ve et torbasından ibarettim. 
Beni ayakta tutan tek şey  hayatta kalma içgüdümdü. 
İşte tam da o anda, sinirlerim inceldiği yerden koptu.
Faili meçhul maktüllerden birisine dönüşmeme sadece saniyeler kalmıştı!

9 Aralık 2018 Pazar

Shakespeare

Pek bir Shakespeare vari oldu başlangıç farkındayım.
Blog'a düzenli yazıcam deyip, iki haftadır hiç yazmamak tam da bana göre.
Hadi söyle sen de böylemisin?
Yapıcam dediğin şeye kaç gün sadık kalabiliyorsun?
Ben bu aralar çokta sadık sayılmam anlayacağın üzere.
Herneyse şimdi mesele sadece ben değilim!
Mesele aklındaki bir fikri nasıl dile getirip, sayfalara dökeceğin!
Yolları neler?
Hangisi sana daha uygun?
Karakterleri nasıl bir dille anlatırsan daha vurucu olacak?

Ne demek istediğimi aşağıdaki üç örnekten anlayabilirsiniz.
Hikayeyi anlatmak istediğiniz dil, okurla aranızdaki bağı şekillendirecektir. Bu sebeple bunu yaparken karakterlerinize en uyacak, sizi yazarken keyiflendirecek ve yaratıcı kılacak bir tarz belirlemeniz gerekiyor.
Peki bunu belirlemenin bir yolu var mı?
Evet!
Öncelikle çok yazıp, çok silmeniz gerekecek.
Sonrasında ise yazdığınız hikayenin başındayken biraz geri çekilip, şuana kadar yazmış olduğunuz metnin birkaç sayfasını aşağıda yaptığım gibi farklı anlatım tarzlarında yazmalısınız.
Şuana kadar yazdığınızdan daha iyi his veren bir tarz ortaya çıkarsa yazım şeklinizi değiştirebilirsiniz.
Ama zaten yazdığınız gözünüzde yeterli bir anlatı yoluysa bunun bilincine varmış olarak yolunuza devam edebilirsiniz.


Ben

O

Onlar

Bugün dışarı çıkıcağım. Onlar istese de istemese de bunun benim kaderim olduğunu biliyorum. Tuhaf olan şu ki korkmuyorum. Dışarıda olup biten o korkunç şeylere rağmen korkmuyorum!

Dışarı çıkmaya karar vermiştim. Herkes bana karşı olsa da bunu yapmam gerektiğini biliyordum. Şuan korkmam gerekirdi. Ama hissizleşmiştim. Sanırım, oluşabilecek tüm felaketlere karşı hazırlıklıydım.

Dışarı çıkmaya karar vermişti. Orasının ait olduğu yer olduğuna inanıyordu. İçerideyken hissettiği korkuya nazaran dışarısı kurtuluş hissini canlı tutuyordu. Pencerenin dışında olup biten tüm o felaketler kendisini yıldırmıyor, aksine çıkması için kamçılıyordu. 

1 Aralık 2018 Cumartesi


1. İstisnasız hergün yaz
2. İstisnasız hergün oku
3. İlk iki maddeyi bahane bulmadan tekrar et
4. Araştır
5. Kendine 2 haftalık süreçler tanı

Selam!
Yeni bir konuyla tekrar beraberiz.
Bu konu zamanında ve hala kafamı kurcalayan bir sürü soruyu barındırıyor. 
Şuan iyi yazıyor muyum?
Belki biraz.
İleride daha iyisi olabilir mi?
Belki biraz.
Yazmanın doğuştan gelen bir yetenek olmadığını iddia edemediğimiz gibi çalışarak düzeltilemeyeceğini de iddia edemeyiz!
Çünkü yazmakta tıpkı yüzmek gibi.
Ne kadar azimli ve planlı olursan, vücuduna ve zamanına ne kadar sahip çıkarsan o denli büyük bir ilerleme kat edersin. 
Şimdi yukarıda ki maddeler belki bazılarınızın gözünü korkutmuş, belki de bazılarınız hergün buna vakit ayıramam falan demiştir.
Bu tamamen zamanınızı nasıl yönettiğiniz ile alakalı. 
Zamanını yöneten gününü, gününü yöneten ise geleceğini yönetir. 
Yani yapmak istediklerinizle, yaptıklarınız farklıysa bu  sizin hatanız ya da başarınızdır. Zamanını doğru bölümlere ayırıp, kendine ve hayal ettiklerine dair planlarını somutlaştırırsan hatalarını telafi edersin. Gün sonunda A şehrinde B şehrine geldiğinde bir bakmışsın ki çözmen gereken problem aslında senmişsin. 
Yazmak tam olarak plan ve program işi olmasa bile planlı olanlara daha adil davranan bir beceri türü. Yazdıkça açılır, kaleminizi güçlendirir, kelimleriniz çeşitlendirir ve kişiliğinizi renklendirirsiniz. Tıpkı okudukça daha önce varlığını bilmediğiniz o dünyalara gidip gelmek gibidir.

2. İstisnasız hergün oku: Okumadan yazabileceği düşünmüyordun herhalde? Kalemine güvenebilmen için geniş bir kelime dağarcığına bir o kadar çeşitli anlatı yollarına ihtiyacın var. Bunu sana sadece okuma eylemi sunabilir. O yüzden hergün birkaç sayfa da olsa sevdiğin kitabı oku. Kesinlikle faydasını göreceksin.
1. İstisnasız hergün yaz: İlla ilk denemede Romeo ve Juliet çıkarmanı beklemiyor kimse senden. Günlük bile tutabilirsin ki günlük tutmak düzenli yazmanın en pratik yollarından birisi.
3. İlk iki maddeyi bahane bulmadan tekrar et: E heralde yani!

4. Araştır: Neyi mi araştıracaksın? Onu da ben söyleyemeyim ama dimi! Sonuçta yazma eylemi hakkında herşey bir soru işareti. Dünya klasikleri neden klasik bir araştır. En çok tutan romanlar aslında hangi eski romanların çaktırmadan yazılmış uyarlamaları? Yazarlık nedir ne değildir?
5. Kendine 2 haftalık süreçler tanı: Neden 2 hafta dersen bir nedeni yok aslında. Sadece kendi deneyimlerimde bir şeyi yapıp yapamadığımı genellikle 2 hafta içerisinde algılamaya başlıyorum. Düzenli miyim? Uyuşuk muyum? Bunu yaparken mutlu muyum? Bu rutin bana göre mi değil mi? Kendini tartmanı ve yazarak ortaya bir şey çıkarmanın yarattığı aurayı kaldırıp kaldıramayacağını görebilirsin. Sandığın kadar kolay mı? Yoksa hiç ummadığın kadar zor mu?

Eh!

Şimdilik benden bu kadar.

Bir sonraki yazıda görüşmek üzere hoşçakal!


02.12.2018 
00:18
- Pazar - 

28 Ekim 2018 Pazar

Derin bir soluk alıp elimi ona doğru uzattım. 
"Yapma bunu, hiç kimse için değmez" Başını iki yana salladı. Gözleri kan kırmızıydı. Pencerenin kenarlarına daha sıkı tutunarak "Daha fazla yaklaşma! Yoksa seni de beraberimde götürürüm" dedi ve kendini geriye doğru bıraktı. 
O an her şey sessizliğe büründü. Tam bir saniye boyunca konuşmayı kesti evren. Bana çığlık atmam için, ona durması için bir fırsat tanıyordu sanki. Koşup onu yakalamalıydım. 
Yapma anne beni geride bırakma demeliydim! 
Ama annem beni hiç bir zaman dinlememişti. Onun çığlığı yeri göğü inletirken kalbim göğsümde bin bir parçaya bölündü. Ama bu seni geri getirmedi. Üzerine o son toprağı attıklarında bile kalkıp ağlama demedin bana. 
Oysa sen gözümden akan tek bir damlaya bile kıyamazdın. Mezarın başında ah'layan insanlara bakarken acaba dedim annem kadar yanıyor muydu canları? Cevabını elbette biliyordum. Ama bildiğim başka bir şey daha vardı. 
Onu bu pencere kenarına kadar sürükleyen her kimse bana bunun hesabını verecekti!

Yaşadığımız şu yüzyılda bir yazının ya da fikrin yayılması maksimum 10 - 15 dakikayı alabilir. Viral hale gelen reklamlar, izlenme rekoru kıran videolar, büyük kitlelere ulaşan vloggerlar...
Bu örnekler çoğaltılabilir.
Çünkü artık somut olmayan bir alanda, bulaşıcı bir hastalıktan bile daha hızlı yayılan bir haber ağına sahibiz.
Yeni çıkacak bir filmi, ödüllü bir romanı, reyting rekoru kıran bir diziyi bulmak için Google ya da Youtube arama motoruna yazıp aramanız yetiyor da artıyor. 
Ee işler bu hale gelmişse neden hala somut kitap bastırma derdinde bu insanlar? 
Güne adapte olup neden yazdıklarını internette paylaşmaktan korkuyorlar? 
Çalınma fikri insanları internetten uzak tutuyor.
Ya fikrim çalınırsa? 
Ya birisi alıp benden daha iyi yazarsa?
Ya ben değil de başkası yerimi alırsa?
Bundan korkuyoruz. 
Bende korkuyordum. Ama korkunun ecele bir faydası yok demiş büyükler. 
Yazmak konusundaki korkuyu ve paylaşmak konusundaki çekinceyi internet sayesinden yıkabilirsiniz.
Kendinize sakladığınız o MÜKEMMEL FİKRİ bırakın başka birileri daha okusun. Paylaşsın, yayılsın, onların yorumlarıyla farklı ve daha derin bir hal alsın. Eksiklerini görebileceğiniz, karakterleri tartabileceğiniz, okurken keyifleneceğiniz bir şeyler ortaya çıksın.
Şimdi büyük yayınevleri dahi internet ortamında yayılan ve büyük kitlelere ulaşan yazarların kitaplarını basmayı tercih ediyor.
Yani zaten okuyucunun tüm bölümlerine ulaşabildiği kitapları alıp baskıya gönderiyorlardı. Yazar ve yayınevi bu baskıda bir miktar gelir elde ederken, somut bir eseri de ortaya çıkarmış oluyorlar. Ama bu çok mu şart? Yani kitabınızın ile basılması mı gerekiyor büyük kitlelere ulaşması için?
Kesinlikle hayır.
Sadece internet ortamından yazarak milyonlara ulaşan onlarca yazar var. Örneğin John GREEN'ı bu kadar ünlü yapan şey aktif bir youtuber olması! Komik mi geldi kulağına? Youtuberlık ne alaka mı diyorsun?

Türkiye'den bir örnek vereyim o zaman: BAŞAK KABLAN(Önce Babam Öldü Sonra Hayallerim)


Kendisi Youtube'da hatrı sayılır bir kitleye sesleniyordu ve kitap yazdığını, buradan duyurdu. Kitabının çıkacağını yine internetten duyurmuş tanıtımını Youtube'dan yapmıştı. Şimdi beklemediği kadar büyük bir kitleye sesleniyor kitabı çoktan birkaç baskıyı geride bıraktı.
Yani internet ortamından adını duyurmak, yazdıklarını yayınlamak, kendine bir çevre edinmek, okuyucu kitlesi kazanmak şart!
Bunları yaparak fikrini çaldırmıyor, dünyaya açıyorsun. Londra'daki bir okuyucuyla, Artvin'deki bir okuyucuya aynı mesafeden ulaşıyorsun.
O yüzden yayınevı yayınevi gezmeden önce kendini internet ortamında tanıtmayı dene buradayken bir alan ve güven elde et. Sonrasında işler elbette hemen yoluna girmeyecektir. Hemen büyük yayınevleri kapılarını sonuna kadar açıp kucaklamayacaktır seni. Ama durduğun nokta artık 0 noktası olmayacaktır.
Bende bu yüzden yazıyorum bu blogu. Yazma tutkumu kendime saklamaktan yorulduğum, yazdıklarım nasıl acaba diye düşünmekten bıktığım ve yayınevlerinden cevap beklemektense kendi kendimi sınamak istediğimden dolayı buradayım.
Korkmayın.
Sizin gibi düşünen o insanlara sokakta değil ama internette rastlayacaksınız! Kitabınızın ana fikrini anlayan yorumlayan bunu yapıcı eleştiren ve bıkmadan bölümleri bekleyen o kişiler yakında çok yakında parmaklarınızın ucunda sizi bekliyor olacak.

23 Ekim 2018 Salı

Hayal gücü sadece yazabilmek için değil sağlıklı yaşayabilmek içinde gereklidir.
Günlük iş okul temposu içinde birazcık hayal etmek, olduğunuz yerden uzaklaşmak, fikirlerin olduğu o dünyada seyahat etmek beklenmedik bir biçimde rahatlatıcı olabilir.

Müzik klipleri izle
Film izle
Hiç ilgini çekmeyeceğini düşündüğün bir yazarın kitabını oku
Koşar adım yürürken müzik dinle
Çok basit bir dansın tuturial/öğretici videosunu izle, kendi sınırlarını zorlayarak o dansı yapmaya çalış, mümkünse karşında bir ayna olsun.

Şimdi yukarıdaki 5 şeyin tuhaf ve işe yaramaz olduğunu düşünüyorsun. İyi de denemeden nereden biliyorsun? Hayatının geri kalanında verdiğin kararları deneyerek mi verdin verdin her karar mükemmel miydi? Bence de değildi. O yüzden denemekten zarar gelmeyecek bu maddelere doğru alayım seni.

Müzik klipleri izle
Müzik videoları/klipleri izlemek nasıl bir yaratıcılığa sebebiyet verebilir ki?
Bence bazı müzik videoları 2 saatlik filmleri veremediği duygulu 3 dakikaya sığdırabildiği gibi sizi uzun metrajlı bir filmin götürmeyeceği yerlere ve duygulara sürükleyebilir. Hatta çoğumuz bir şarkıyı değil o şarkıyla bağlı anılarımızı hatırlarız, dinlerken onları da zihnimize kazırız.
Bazı müzik videoları o kadar güzel ve gizli anlamlar, izledikçe kendini ortaya çıkaran kurgu ve hikayelere sahiptir.

Örneğin;

Stephen - Crossfire

Alice Merton - Lash Out

Film izle

Filmler konusunda zihin yakanlarını tercih edin derim. Katilin hiç beklenmedik biri çıktığı, kötü adamın aslında gerçek iyi olduğu, deli olduğu sanılan adamın ortamın en zekisi olduğu anlaşılan filmler...

Hiç ilgini çekmeyeceğini düşünmediğin bir yazarın kitabını oku

Örneğin; İncognito, Homo Sapiens, Ütopya gibi kitapları önüne koyabilirsin. Bu sayede hem düşünme sistemimizle alakalı hem de insanlığın geçmişiyle alakalı bilgilere ulaşabilirsin. Bu neden mi işine yarasın? Düşünme davranma sistemini bilişsel süreçleri daha iyi algılarsan o sistemdeki bozuklukların daha iyi farkında olursun ve bu sayede sende işlemediğini düşündüğün noktalara eğilebilir, düzeltebilirsin.

Koşar adım yürürken müzik dinle

Hızlı yürümek daha hızlı düşünmeye yardımcı olduğuna dair bir araştırma okumuştum. Benimde fikirlerimi toparladığım, yeni hayaller kurduğum, alakasız sahneleri bir araya getirdiğim anlar genellikle hızla uzun uzun yürüdüğüm zamanlar oluyor.

Çok basit bir dansın tuturial/öğretici videosunu izle, kendi sınırlarını zorlayarak o dansı yapmaya çalış, mümkünse karşında bir ayna olsun.

Bu da ne alaka diyorsun :D. Ama bence insan korkaklığından dolayı hep yapabileceklerini uzaktan başkaları yaparken izliyor. Ya beceremezsem ya rezil olursam ya da gülünecek duruma düşersem. Bence dans insanın kendine karşı rezil olma duygusunu yerle yeksan etmede çok iyi bir yöntem! Ayna karşısında hareketleri öğrenme konusundaki beceriksizliğinizi gördükçe utanacak, kızacak sonunda halinize güleceksiniz. Güldükçe aynadaki insanın sadece bir insan olduğunuzu anımsayacaksınız.
Ne var yani hata yapsanız? Yazdığınız ilk cümleden sonrası saçma sapan olsa? Hatta ilk cümleyi bile bir araya getiremeseniz? Dünyanın sonu mu bu? 
Yazıcaksınız.
İLK seferde değil elbette.
Ama o yazıyı yazacaksınız. Bunu biliyorum.
Sizde buna inanablirsiniz.
Vazgeçmeden yaptığınız herşeyin meyvesini alacaksınız bunu ikimizde biliyoruz.

21 Ekim 2018 Pazar


Etkili yazılar yazabilmenin ilk adımı okuduklarımızı anlamamız, değerlendirmemiz ve uygulamamızdan geçer. Çünkü yazılanı sadece sayfalar bitsin, hikaye sonlansın, kitaplığıma bir tane daha yazar ekleyeyim diye okumak sadece unutturur.
Kitabın anlattıklarını genel hatlarıyla anlatabilirsiniz ama ya daha derinde olanlar? Yazarın bize asıl anlatmak istedikleri, romanın köşelerine serpiştirdikleri, sadece meraklı gözlerin görebileceği ipuçları... Onlar ne olacak?
Örnek vermem gerekirse;
Karakterlerin hangi özellikleri çatışmış? Hikaye çoğunlukla kaç mekanda geçmiş? Olayın giriş gelişme çatışma ve sonuç bölümleri tam olarak nerelerde verilmiş? Fazlalık hissettiren cümleler var mı? Betimlemeler nasıl?
Bu örnekler çoğaltılabilir.
Tam da bu sebeple okuduğumuz şey ister bir roman, ister bir hikaye, isterse bir deneme olsun her daim dikkat edeceğimiz ögeleri olacaktır.
Dikkat ettikçe kendi eksiklerinizin farkına da varmış oluyorsunuz.
Örneğin bir kaç sayfalık bir hikaye yazdın. Ama bunu eleştirecek bir arkadaş ya da danışman yok mu etrafında? Kendi kendinin öğretmeni olmak için en doğru andasın!
Neyi eksik yaptığını görebilmen için hikayeni okuyabilmen gerekir.
Betimlemelerin iç mi bayıyor?
Karakterler çok mu sığ?
Olay örgüsünde kopukluk mu var?
Konuşmalar yetersiz mi?
Bu soruları sorabilmen için gerçek bir okur olman gerekir. Cevaplar seni tatmin etmeyecek bile olsa yansız bir şekilde vereceğin cevaplar seni bir sonraki evreye yaklaştıracaktır.
Mühim olan da bu.
Her okuma ile bir sonra ki seviyeye geçen bir oyuncu gibi yolu katetmeye devam edeceksin.
Yolun sonu ödüllerle dolu olacak.
Ödülü hemen somutlaştırmayın.
Gerçekten okuyup yazabilen ve bunun farkında olan kaç insan var çevrenizde? Okurken keyif alan, okuduğu şey hakkında saatlerce tartışan, anlatan, hevesle dinleyen kaç kişi tanıyorsunuz?
İşte bu farkındalık bile zihninize sunduğunuz özel bir hediye.
Geçmişteki siz ile o ödüllerle buluşan siz farklı birisi olacaktır.
Ben değil bunu David Eagleman'ın diyor. Yazmış olduğu çok satan kitabı İncognito'nun sonunda şuna benzer bir şey söylemişti değişen benliğimiz ve yeteneklerimiz hakkında: "Bu kitabı adı David Eagleman olan birkaç farklı insan yazdı, bu hikaye o insanların bütününden ortaya çıktı"
Yani okuma yeteneğiniz geliştikçe başka bir kişi olacaksınız okuma konusunda. Zamanla yazma yetiniz gelişecek ve yine değişeceksiniz. İkisini bir arada yürüten bu işe ilk başlayan sizden farklı ama yine siz olan o kişi seviyeleri tamamlamaya şimdikinden çok daha rahat bir biçimde ilerleyecektir!

Peki nasıl dikkatli bir okur olunur?

  1. Yanına bir sticker al. Dikkatini çeken paragraf ya da cümleleri bu stickerı yapıştır ki dönüp bakmak istediğinden gözünden kaçmasın.
  2. Kült kitapları okuma listene mutlaka eklemelisin. Dünya klasikleri demiyorum, kendi türünde kendini kanıtlamış isimlere ait kitaplar sana en uç noktaları göstermiş olacaktır, bu sayede o uç noktanın eteklerinde dolaşan diğer kitapları okurken farklıları daha rahat görebilirsin.
  3. Okurken sadece suyun yüzeyindekilerle değil altındakilerle de ilgilen. Gerekirse göle elini daldırıp altındaki çamurla bulandır ortalığı. Karmaşıklık iyidir. Kafanın daha farklı boyutlarının çalışmasını sağlayabilir. Nasıl mı? Yazar oğlanın çok durgun ve içine kapanık biri olduğunu mu söylüyor, peki neden böyle biri olabilir? Sen olsaydın neden karaktere böyle bir çerçeve çizerdin? Yazarın bulduğu sebep tatmin edici mi? Başka türlü olsaydı nasıl olurdu?
  4. Romanın bölümlerinin nerede başlayıp nerede bittiği de önemlidir bence. Yazarın hikayeyi nerede başlatıp bitirmek istediğini görebiliriz. Bir bölümü hep heyecanla mı kapatmış? Soru işaretleri bırakmayı mı seviyor? Hemen diğer bölüme geçelim mi istiyor? Yoksa bugünlük bu kadar yeter hissi mi uyandırıyor?
  5. Yazım tarzı! Bence en önemlilerinden birisi bu. Devrik cümle kurmayı mı seviyor? Zaman zarflarını nasıl kullanıyor? Bol betimleme mi sade bir dil mi tercih ediyor? Uzun paragraflar mı seviyor? Kısa mı kesiyor? 
Kendi deneyimlerimden sizlere okuma konusunda dikkat edebileceğiniz bir kaç noktadan bahsettim. Umarım işinize yarar!

Follow Us @brandallfigure