Yazmaya Başlarken 2. Adım - Hikayenin İlk Bölümü Nasıl Yazılır?
Hikayenizi yazmak için can atıyorsunuz ama hangi kelime hangi cümle ilk önce gelecek nasıl merak uyandıracak bir türlü karar veremiyorsunuz. Hatta o kadar ki kalem elinizde boş sayfaya dakikalarca bakıp sonunda vazgeçiyorsunuz. Çünkü o çok beklediğiniz cümle bir türlü aklınıza gelip kaleminizden dökülmüyor.
Ama tek çare kalemi bırakmak mı? Zamanın çözeceğine inanmak mı?
Kandırmayın kendinizi!
Zaman sizi kolunuzdan tutup haydi beraber yazalım şu hikayeyi! Öyle br hikaye olsun ki okuyanı ilk satırdan yakalasın ve bir daha bırakmasın!
Sizce böyle bir şey olması mümkün mü?
Denemeniz gerek. İlk örnekler berbat olacak. Üzgünüm ama gerçekler ne yazık ki böyle. Çok kitap okuyan biriyim ben benimki o kadar kötü olmaz diyebilirsiniz. Ama çok kitap okumakla, kitabın püf noktalarına dikkat etmek, yazım şeklinin farkına vararak okumak aynı şey değil.
Çoğumuz kitap okuyoruz okumasına, ama bize anlatılmak istenen düşüncenin nasıl verildiğine, karakterlerin nasıl kurgulandığında, yazarın kim olduğuna, olay örgüsünün geçtiği ülkeye, karakterlerin hayatlarındaki kesitlere çokta dikkat etmiyoruz. Biz sayfaların geçip gitmesine ve nihai sona ulaşmaya kitleniyoruz.
Kitap bitincede böbürlenerek "Bir kitap daha bitirdim!" diyoruz. Oysa önünde sayamayacağın kadar çok kitap var tatlım!
O yüzden okuduğun kitaba özen gösterirsen yazarın sana sunduğu hikayeden daha fazlasını da kapmış olursun.
Yeni kelimeler, yeni yazım sitilleri, yeni kurgular...
Tamam konumuzdan çok uzaklaşmadan bir U dönüşü yapayım. İlk bölüm hikayenin size sunduğu ilk izlenimden başka bir şey değildir. Son derece ölümcül bir öneme sahiptir. Hatta o kadar ki ilk paragraftır, okuru kendinize bağlamanızı sağlayan şey. Bu da ortalama ilk bir dakika olarak söylenebilir.
Ama ilk kez hikaye yazacak biri için bundan korkmanıza çokta gerek yok. Sonuçta hata yapmadan, rezil olmadan, yazdıklarınızdan bıkkınlık geçirmeden iyi bir şeyler çıkarmanız oldukça zor. O yüzden ilk bölümden tasalanmanız için önünüzde uzun bir yolunuz olacak. O yolu yürürken hikayenizin ilk cümlesinden endişelenmeyi bir kenara bırakacaksınız.
Çünkü çoğu kişi böyle düşünmese de yazmak bir alışkanlık meselesidir. Kişiliğinize ve okuyup, dinlediğiniz, izlediğiniz şeylere göre şekillenir. Örneğin çizim yapmaya başlamak için önce kalemi nasıl tutmanız gerektiğini öğrenirsiniz. Sonra çizgiyi nasıl çekmeniz gerekir onu anlarsanız. Yazı yazmak için önceliğiniz kelime dağarcığınız olmalıdır, cümleler kelimelerin komutanlarıdır.
Bırakın komutanlar bu savaşı kazanmak için sizlere yol göstersin. Ama unutmayın onlara bu savaşı kazanabilmeleri için stratejik silahlar vermeniz gerekir. O yüzden gerekirse elinize bir sözlük alıp sayfa sayfa okuyun. Bunun faydasını sadece yazarken değil konuşurken de göreceksiniz!
Aşağıda önceden yazdığım bir hikayenin ilk bölümü yer alıyor. Tamamen popüleriteye uygun, cinsel içerik ağırlıklı, ne yazık ki ergenlik kokan bir bölüm göreceksiniz.
Normalde bu hikayeyi koymak istemezdim ama kendi hatalarımdan kaçmaktansa üzerine gidip birçok yönden düzeltmeye çalıştım yazı tarzımı. Bu yüzden bu bölümleri okurken genelde gülüyorum kendime. Zaman gerçekten iyileştirici ama bunun için bir adım attığınız taktirde tutuyor elinizden!
Kalpsiz - 1. Bölüm
Üzerimdeki kıyafetten bile tiksiniyordum. Caner'in o iğrenç suratı gözlerimin önünden gitmiyor, gitmedikçe midem daha şiddetli bulanıyordu. Nasıl yapabilmişti? Nasıl olmuştu da 3 senemizi kelimenin tam anlamıyla bok edebilmişti?
Burnumu çeke çeke Yiğit'in kapısını yumruklamaya başladım. Hemen açıldı. Hizmetli Ayşe abla kapıyı açarken gülümsüyordu, ama yüzümü görünce cin çarpmış gibi irkildi.
"Lal, kızım..." sözünü kestim. "Yiğit nerede?"
"Yatak odasında. Ama sızıp kaldı"
Ne?
Hem mezuniyet geceme gelmemiş, hem de içmiş miydi? Harika dedim kendi kendime. Hayatımdaki erkeklerin hepsi bok çuvalı!
Caner'e tam 3 senemi vermiştim. Onun için ölüp bitmiş, üniversite hayallerimi bile ona uygun planlamıştım! Ama pislik herif birazcık içmiş ve kendini başka bir kızın kollarına atmıştı. Bu da yetmezmiş gibi bunu benim bir kaç metre ötemde ki malzeme deposunda yapmıştı!
Ayşe ablayı geçip içeri daldım. Üzerimdeki siyah elbisenin yırtmacını çekiştirip, canıma okuyan topuklu ayakkabıları girişe fırlattım. Bir kaç saniye sonra yalın ayak merdivenleri çıkıyordum.
"Lal kızım, dur bir dakika. Lal!" Duramazdım. Konuşmaya ihtiyacım vardı. İçimdeki nükleer bomba patlamadan önce birisinin onu etkisiz hale getirmesi gerekiyordu. Merdivenleri çıkıp, koridorun sonundaki odaya daldım.
Kapıyı açtım ve Ayşe ablanın neden dur dediğini anladım. Görmeyi beklediğim şey yatağa yüz üstü devrilip sızmış bir Yiğit'ti. Ama beklediğim gibi olmadı. Yiğit'in üzerine abanmış, işi pişirmeye başlayan iki kız piyangodan çıkmışlardı.
Kimse odaya birisinin girdiğini fark etmedi. Kızların elleri Yiğit'in üzerinde gidip geliyor, onun istediği şekilde hareket ediyorlardı. Yiğit'in her zaman sadece duyduğum ününü ilk kez gözlerimle görüyordum.
Kadınları hipnotize edecek bir yüze ve bedene sahipti. Kabul ediyorum Kıvanç Tatlıtuğ'dan sonra gördüğüm en yakışıklı erkekti. Ama bu gün benim mezuniyet gecemdi! Sinirle kapıyı duvarı çatlatacak bir kuvvetle kapadım. Kızlar korkuyla çığlık atıp çekildiler ve sonunda Yiğit beni fark edebildi.
"İşin vardı demek?" dedim, gözlerinin içine içine. "Demek çok önemli bir toplantıydı? O kadar ki benim kep attığımı bile görmene imkan yoktu?" Gözleri, beni beklemediğini belli ediyordu.
"Neler oluyor?" dedi sarışın kızlardan birisi. İkisinin de bebek gibi kusursuz ciltlerine bakmak, Caner'in bunlar gibi bir sarışının bacakları arasına gömülmüş yüzünü aklıma getirdi.
Yiğit doğrulurken "Neden buradasın?" dedi. O hınçla, gözümden akıp gitti bir damla. Hızla sildim.
"Ağlıyor musun sen?" Günaydınlar olsun! Bu herif nasıl olur da benim tek sırdaşım olurdu? Daha halimden anlamıyordu!
Sarışın kızların ilgili dudaklarından zar zor kurtularak "Eğlence burada bitti" diye mırıldandı. Kızlar birer ana sınıfı çocuğu gibi konuşup itiraz ediyor, bana düşmanca bakışlar atıyorlardı.
Titreyen ellerimi yanlarımda yumruk yapıp "Yok yok" dedim. "Siz bozmayın keyfinizi" Hızla terk ettim odayı.
Lanet erkekler!
Hiç biri gerçekten ihtiyacınız olduğunda yanınızda olmazdı. İhtiyaç duyduğumda başımı yaslayacak bir omuz çok mu imkansızdı? Ama yok Yiğit beyin üniversite mezuniyetinde cıvıl cıvıl olan, o Amerika'ya gittiğinde her daim arayıp soran, aşık olduğunda atlatmasına yardım eden bendim!
Dostlar bu günler için değilde ne zaman içindi? Boğazım yanıyor gözlerim yaşarıyordu. Ama en çokta bana yalan söylemesi dokunuyordu kanıma. Bildiğin iki tekme yemiştim tek bir gecede. Çok sert tekmelerdi. Nasıl sırtımı doğrultacağım hakkında tek bir fikrim yoktu...
"Affedersin" dedi. Ondan yayılan alkol kokusu burnumun direğini sızlattı. Eğer elimde bir çakmak olsaydı eminim alev alırdık.
Bu kadar alkol almış her normal insan şimdiye kadar sızmış olurdu. Ama Yiğit çok uzun süredir içiyordu. Öyle ki hem beni tutacak hem de ayakta kalacak kadar bağışıklık kazanmıştı.
Gözyaşları yüzünden bulanık görüşümle "Bırak beni" dedim. "Eve gitmek istiyorum" Kollarını gevşetmeden beni yüzüne bakacağım şekilde çevirdi.
"Eve gitmek isteseydin burada olmazdın. Şimdi söyle bakalım neden ağlıyorsun?" Kollarımı kurtarmaya çalıştım. Buraya gelmek iyi bir fikir değildi. Yalnız kalmalıydım. Ama başım, ne yapacağını bilirmiş gibi boynunun çukuruna giriverdi.
Sadece bunu bekliyormuşum gibi ağlamaya başladım. Gömleğini ıslatarak, salya sümük ağlıyordum. Ellerim birer yumruk, ağzım kuru bir çöl, gözlerimse Nil nehriydi. Ağzıma bir sefer bile sigara sürmemiş olmama rağmen, ciğerlerim solmuştu. Soluk alıp verirken canım yanıyordu.
"Nasıl yaptı bunu?" dedim, bir saatlik ağlama seansının sonunda.
Şimdiyse ikinci aşamada: Dökülmedeydim. Yiğit'in elime tutuştuğu viski bardağına bakıp "Anlayamıyorum" diye fısıldadım. Yiğit ensesini ovuşturdu bir yandan da uykulu gözlerini kırpıştırıyordu. Gömleği onu daraltıyormuş gibi üstten iki düğmeyi açıp konuştu.
"Neyi anlamadığını anlamadım" sesi boğuk ve yorgundu. Ama nasıl oluyor da her şeye rağmen dergi kataloğundan çıkmış gibi durabiliyordu! Mavi kot pantolonu ve beyaz gömleğiyle mavi reklamındaki erkekleri çok rahat sollardı. Başımı iki yana sallayarak "Ne zaman, aldatıldığımı anlayamayacak kadar kör oldum?" dedim.
Üniversite hayallerimi bile ona göre şekillendirmiş, istediği her şeyi yapmıştım... Duraksadım. Yapmadığım tek bir şey vardı. Beni altı ay önce sevişmek konusunda bunaltıp durmuştu. Ona istemediğimi bunun için doğru zamanı beklemek istediğimi söylemiştim. Tamam erkeklerin bu konudaki sabırsızlıklarını anlayabiliyordum! Güya o da beni anlamıştı. Ama bir süre sonra, ısrarcı öpücükleri, yalnız kalma çabaları, zorlayıcı dokunuşları çığırından çıkmıştı. Gerçekten büyük bir tartışma yaşamıştık. Çok ciddi bir kavgaydı o kadar ki mezuniyetten bir ay önce barışmıştık.
Daha normaldi. Bunun sebebini şimdi anlıyordum! Artık benimle yiyişmek istememesinin nedeni başkalarıyla o ihtiyacını karşılıyor oluşuydu.
"Bazen haddinden fazla kör oluyorsun" dedi Yiğit. Gözlerimi öfkeyle ona çevirdim.
"Birini...gerçekten sevdiğinde tüm kusurlarını görmezden geliyorsun diye kabahatli ben miyim yani Yiğit?" Başını aşağı doğru eğince öfkem bir tusunami gibi yakıp yıktı her yeri.
"Tüm erkekler.." dedim. "..hepiniz aynısınız" Gözle görülür bir öfkeyle doğruldu.
"Neden?" dedi. "Caner başka bir kızı beceriyor ve bunu söylüyorum diye suçlu ben mi oluyorum?"
"Derdin ne senin?" dedim daha fazla dayanamayarak. "Anlattığımdan beri daha fazla ağlamam için elinden geleni ardına koymadın!"
"Çünkü o küçük ağzın bana az önce ne söyledi biliyor musun?" Sesimi sevimsiz bir biçimde taklit ederek "Sarhoştu. Bana kızın ben olduğunu sandığını söyledi. Sen içince de böyle oldu mu Yiğit?" dedi ve bana bakarak güldü.
"Evet küçük aptal. İçince sevdiğin kadının hayallerini görürsün. Sesini duyduğu, adını fısıldadığını sanırsın. Ama o kadının kokusunu bir başka kadından alacak kadar sarhoş olmayı asla başaramazsın. Nereden mi biliyorum?" dedi şaşkın yüzümü süzerken. "defalarca denedim. Ama olmadı." Gözlerini yumup burun kemerini sıktı.
Onun çektiği acıya şahit olmuştum. Bu duruma katlanamayıp Amerika'ya kadar gitmiş ve atlattığını söyleyip bir sene sonra geri dönmüştü. Ama az önceki bakışlar atlatmaktan çok aklına kazıdığını söyler gibiydi. Fakat bu bana böyle davranması için geçerli bir neden değildi!
"Caner'e saydırıp durmana rağmen tam bir hıyar gibi davranıyorsun! Onun gibi bana yalan söylemiş olman ise çok ayrı bir mesele" dedim.
Yiğit o kadar hızlı bir biçimde karşımda bitmiş ve beni geriye itmişti ki. Yüzüme çarpan sesi saf bir öfke doluydu.
"Ne yapmamı bekliyordun! Sen ona gülücükler dağıtırken, vıcık vıcık aşkınızı alkışlamamı mı?"
Şaşkınlık içinde "Ne?" diyebildim.
"Duydun işte!" Elini saçlarının arasından hırsla geçirdi.
Dediklerimin yarattığı şaşkınlık için öylece bakabildim ona. Sonra oradan gitmek istedim. Yiğitten duymayı beklediğim şeyler bunlar değildi. Endişe üzüntü şaşkınlık içinde hızla çıktım oradan. Arkamdan seslendiğini duyuyordum. Ama oradan kaçmak yapmayı istediğim tek şeydi. Adımlarımı hızlandırdım tek istediğim şey bu gece yalnız kalmaktı!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder