9 Aralık 2018 Pazar

Shakespeare

Pek bir Shakespeare vari oldu başlangıç farkındayım.
Blog'a düzenli yazıcam deyip, iki haftadır hiç yazmamak tam da bana göre.
Hadi söyle sen de böylemisin?
Yapıcam dediğin şeye kaç gün sadık kalabiliyorsun?
Ben bu aralar çokta sadık sayılmam anlayacağın üzere.
Herneyse şimdi mesele sadece ben değilim!
Mesele aklındaki bir fikri nasıl dile getirip, sayfalara dökeceğin!
Yolları neler?
Hangisi sana daha uygun?
Karakterleri nasıl bir dille anlatırsan daha vurucu olacak?

Ne demek istediğimi aşağıdaki üç örnekten anlayabilirsiniz.
Hikayeyi anlatmak istediğiniz dil, okurla aranızdaki bağı şekillendirecektir. Bu sebeple bunu yaparken karakterlerinize en uyacak, sizi yazarken keyiflendirecek ve yaratıcı kılacak bir tarz belirlemeniz gerekiyor.
Peki bunu belirlemenin bir yolu var mı?
Evet!
Öncelikle çok yazıp, çok silmeniz gerekecek.
Sonrasında ise yazdığınız hikayenin başındayken biraz geri çekilip, şuana kadar yazmış olduğunuz metnin birkaç sayfasını aşağıda yaptığım gibi farklı anlatım tarzlarında yazmalısınız.
Şuana kadar yazdığınızdan daha iyi his veren bir tarz ortaya çıkarsa yazım şeklinizi değiştirebilirsiniz.
Ama zaten yazdığınız gözünüzde yeterli bir anlatı yoluysa bunun bilincine varmış olarak yolunuza devam edebilirsiniz.


Ben

O

Onlar

Bugün dışarı çıkıcağım. Onlar istese de istemese de bunun benim kaderim olduğunu biliyorum. Tuhaf olan şu ki korkmuyorum. Dışarıda olup biten o korkunç şeylere rağmen korkmuyorum!

Dışarı çıkmaya karar vermiştim. Herkes bana karşı olsa da bunu yapmam gerektiğini biliyordum. Şuan korkmam gerekirdi. Ama hissizleşmiştim. Sanırım, oluşabilecek tüm felaketlere karşı hazırlıklıydım.

Dışarı çıkmaya karar vermişti. Orasının ait olduğu yer olduğuna inanıyordu. İçerideyken hissettiği korkuya nazaran dışarısı kurtuluş hissini canlı tutuyordu. Pencerenin dışında olup biten tüm o felaketler kendisini yıldırmıyor, aksine çıkması için kamçılıyordu. 

1 Aralık 2018 Cumartesi


1. İstisnasız hergün yaz
2. İstisnasız hergün oku
3. İlk iki maddeyi bahane bulmadan tekrar et
4. Araştır
5. Kendine 2 haftalık süreçler tanı

Selam!
Yeni bir konuyla tekrar beraberiz.
Bu konu zamanında ve hala kafamı kurcalayan bir sürü soruyu barındırıyor. 
Şuan iyi yazıyor muyum?
Belki biraz.
İleride daha iyisi olabilir mi?
Belki biraz.
Yazmanın doğuştan gelen bir yetenek olmadığını iddia edemediğimiz gibi çalışarak düzeltilemeyeceğini de iddia edemeyiz!
Çünkü yazmakta tıpkı yüzmek gibi.
Ne kadar azimli ve planlı olursan, vücuduna ve zamanına ne kadar sahip çıkarsan o denli büyük bir ilerleme kat edersin. 
Şimdi yukarıda ki maddeler belki bazılarınızın gözünü korkutmuş, belki de bazılarınız hergün buna vakit ayıramam falan demiştir.
Bu tamamen zamanınızı nasıl yönettiğiniz ile alakalı. 
Zamanını yöneten gününü, gününü yöneten ise geleceğini yönetir. 
Yani yapmak istediklerinizle, yaptıklarınız farklıysa bu  sizin hatanız ya da başarınızdır. Zamanını doğru bölümlere ayırıp, kendine ve hayal ettiklerine dair planlarını somutlaştırırsan hatalarını telafi edersin. Gün sonunda A şehrinde B şehrine geldiğinde bir bakmışsın ki çözmen gereken problem aslında senmişsin. 
Yazmak tam olarak plan ve program işi olmasa bile planlı olanlara daha adil davranan bir beceri türü. Yazdıkça açılır, kaleminizi güçlendirir, kelimleriniz çeşitlendirir ve kişiliğinizi renklendirirsiniz. Tıpkı okudukça daha önce varlığını bilmediğiniz o dünyalara gidip gelmek gibidir.

2. İstisnasız hergün oku: Okumadan yazabileceği düşünmüyordun herhalde? Kalemine güvenebilmen için geniş bir kelime dağarcığına bir o kadar çeşitli anlatı yollarına ihtiyacın var. Bunu sana sadece okuma eylemi sunabilir. O yüzden hergün birkaç sayfa da olsa sevdiğin kitabı oku. Kesinlikle faydasını göreceksin.
1. İstisnasız hergün yaz: İlla ilk denemede Romeo ve Juliet çıkarmanı beklemiyor kimse senden. Günlük bile tutabilirsin ki günlük tutmak düzenli yazmanın en pratik yollarından birisi.
3. İlk iki maddeyi bahane bulmadan tekrar et: E heralde yani!

4. Araştır: Neyi mi araştıracaksın? Onu da ben söyleyemeyim ama dimi! Sonuçta yazma eylemi hakkında herşey bir soru işareti. Dünya klasikleri neden klasik bir araştır. En çok tutan romanlar aslında hangi eski romanların çaktırmadan yazılmış uyarlamaları? Yazarlık nedir ne değildir?
5. Kendine 2 haftalık süreçler tanı: Neden 2 hafta dersen bir nedeni yok aslında. Sadece kendi deneyimlerimde bir şeyi yapıp yapamadığımı genellikle 2 hafta içerisinde algılamaya başlıyorum. Düzenli miyim? Uyuşuk muyum? Bunu yaparken mutlu muyum? Bu rutin bana göre mi değil mi? Kendini tartmanı ve yazarak ortaya bir şey çıkarmanın yarattığı aurayı kaldırıp kaldıramayacağını görebilirsin. Sandığın kadar kolay mı? Yoksa hiç ummadığın kadar zor mu?

Eh!

Şimdilik benden bu kadar.

Bir sonraki yazıda görüşmek üzere hoşçakal!


02.12.2018 
00:18
- Pazar - 

28 Ekim 2018 Pazar

Derin bir soluk alıp elimi ona doğru uzattım. 
"Yapma bunu, hiç kimse için değmez" Başını iki yana salladı. Gözleri kan kırmızıydı. Pencerenin kenarlarına daha sıkı tutunarak "Daha fazla yaklaşma! Yoksa seni de beraberimde götürürüm" dedi ve kendini geriye doğru bıraktı. 
O an her şey sessizliğe büründü. Tam bir saniye boyunca konuşmayı kesti evren. Bana çığlık atmam için, ona durması için bir fırsat tanıyordu sanki. Koşup onu yakalamalıydım. 
Yapma anne beni geride bırakma demeliydim! 
Ama annem beni hiç bir zaman dinlememişti. Onun çığlığı yeri göğü inletirken kalbim göğsümde bin bir parçaya bölündü. Ama bu seni geri getirmedi. Üzerine o son toprağı attıklarında bile kalkıp ağlama demedin bana. 
Oysa sen gözümden akan tek bir damlaya bile kıyamazdın. Mezarın başında ah'layan insanlara bakarken acaba dedim annem kadar yanıyor muydu canları? Cevabını elbette biliyordum. Ama bildiğim başka bir şey daha vardı. 
Onu bu pencere kenarına kadar sürükleyen her kimse bana bunun hesabını verecekti!

Yaşadığımız şu yüzyılda bir yazının ya da fikrin yayılması maksimum 10 - 15 dakikayı alabilir. Viral hale gelen reklamlar, izlenme rekoru kıran videolar, büyük kitlelere ulaşan vloggerlar...
Bu örnekler çoğaltılabilir.
Çünkü artık somut olmayan bir alanda, bulaşıcı bir hastalıktan bile daha hızlı yayılan bir haber ağına sahibiz.
Yeni çıkacak bir filmi, ödüllü bir romanı, reyting rekoru kıran bir diziyi bulmak için Google ya da Youtube arama motoruna yazıp aramanız yetiyor da artıyor. 
Ee işler bu hale gelmişse neden hala somut kitap bastırma derdinde bu insanlar? 
Güne adapte olup neden yazdıklarını internette paylaşmaktan korkuyorlar? 
Çalınma fikri insanları internetten uzak tutuyor.
Ya fikrim çalınırsa? 
Ya birisi alıp benden daha iyi yazarsa?
Ya ben değil de başkası yerimi alırsa?
Bundan korkuyoruz. 
Bende korkuyordum. Ama korkunun ecele bir faydası yok demiş büyükler. 
Yazmak konusundaki korkuyu ve paylaşmak konusundaki çekinceyi internet sayesinden yıkabilirsiniz.
Kendinize sakladığınız o MÜKEMMEL FİKRİ bırakın başka birileri daha okusun. Paylaşsın, yayılsın, onların yorumlarıyla farklı ve daha derin bir hal alsın. Eksiklerini görebileceğiniz, karakterleri tartabileceğiniz, okurken keyifleneceğiniz bir şeyler ortaya çıksın.
Şimdi büyük yayınevleri dahi internet ortamında yayılan ve büyük kitlelere ulaşan yazarların kitaplarını basmayı tercih ediyor.
Yani zaten okuyucunun tüm bölümlerine ulaşabildiği kitapları alıp baskıya gönderiyorlardı. Yazar ve yayınevi bu baskıda bir miktar gelir elde ederken, somut bir eseri de ortaya çıkarmış oluyorlar. Ama bu çok mu şart? Yani kitabınızın ile basılması mı gerekiyor büyük kitlelere ulaşması için?
Kesinlikle hayır.
Sadece internet ortamından yazarak milyonlara ulaşan onlarca yazar var. Örneğin John GREEN'ı bu kadar ünlü yapan şey aktif bir youtuber olması! Komik mi geldi kulağına? Youtuberlık ne alaka mı diyorsun?

Türkiye'den bir örnek vereyim o zaman: BAŞAK KABLAN(Önce Babam Öldü Sonra Hayallerim)


Kendisi Youtube'da hatrı sayılır bir kitleye sesleniyordu ve kitap yazdığını, buradan duyurdu. Kitabının çıkacağını yine internetten duyurmuş tanıtımını Youtube'dan yapmıştı. Şimdi beklemediği kadar büyük bir kitleye sesleniyor kitabı çoktan birkaç baskıyı geride bıraktı.
Yani internet ortamından adını duyurmak, yazdıklarını yayınlamak, kendine bir çevre edinmek, okuyucu kitlesi kazanmak şart!
Bunları yaparak fikrini çaldırmıyor, dünyaya açıyorsun. Londra'daki bir okuyucuyla, Artvin'deki bir okuyucuya aynı mesafeden ulaşıyorsun.
O yüzden yayınevı yayınevi gezmeden önce kendini internet ortamında tanıtmayı dene buradayken bir alan ve güven elde et. Sonrasında işler elbette hemen yoluna girmeyecektir. Hemen büyük yayınevleri kapılarını sonuna kadar açıp kucaklamayacaktır seni. Ama durduğun nokta artık 0 noktası olmayacaktır.
Bende bu yüzden yazıyorum bu blogu. Yazma tutkumu kendime saklamaktan yorulduğum, yazdıklarım nasıl acaba diye düşünmekten bıktığım ve yayınevlerinden cevap beklemektense kendi kendimi sınamak istediğimden dolayı buradayım.
Korkmayın.
Sizin gibi düşünen o insanlara sokakta değil ama internette rastlayacaksınız! Kitabınızın ana fikrini anlayan yorumlayan bunu yapıcı eleştiren ve bıkmadan bölümleri bekleyen o kişiler yakında çok yakında parmaklarınızın ucunda sizi bekliyor olacak.

23 Ekim 2018 Salı

Hayal gücü sadece yazabilmek için değil sağlıklı yaşayabilmek içinde gereklidir.
Günlük iş okul temposu içinde birazcık hayal etmek, olduğunuz yerden uzaklaşmak, fikirlerin olduğu o dünyada seyahat etmek beklenmedik bir biçimde rahatlatıcı olabilir.

Müzik klipleri izle
Film izle
Hiç ilgini çekmeyeceğini düşündüğün bir yazarın kitabını oku
Koşar adım yürürken müzik dinle
Çok basit bir dansın tuturial/öğretici videosunu izle, kendi sınırlarını zorlayarak o dansı yapmaya çalış, mümkünse karşında bir ayna olsun.

Şimdi yukarıdaki 5 şeyin tuhaf ve işe yaramaz olduğunu düşünüyorsun. İyi de denemeden nereden biliyorsun? Hayatının geri kalanında verdiğin kararları deneyerek mi verdin verdin her karar mükemmel miydi? Bence de değildi. O yüzden denemekten zarar gelmeyecek bu maddelere doğru alayım seni.

Müzik klipleri izle
Müzik videoları/klipleri izlemek nasıl bir yaratıcılığa sebebiyet verebilir ki?
Bence bazı müzik videoları 2 saatlik filmleri veremediği duygulu 3 dakikaya sığdırabildiği gibi sizi uzun metrajlı bir filmin götürmeyeceği yerlere ve duygulara sürükleyebilir. Hatta çoğumuz bir şarkıyı değil o şarkıyla bağlı anılarımızı hatırlarız, dinlerken onları da zihnimize kazırız.
Bazı müzik videoları o kadar güzel ve gizli anlamlar, izledikçe kendini ortaya çıkaran kurgu ve hikayelere sahiptir.

Örneğin;

Stephen - Crossfire

Alice Merton - Lash Out

Film izle

Filmler konusunda zihin yakanlarını tercih edin derim. Katilin hiç beklenmedik biri çıktığı, kötü adamın aslında gerçek iyi olduğu, deli olduğu sanılan adamın ortamın en zekisi olduğu anlaşılan filmler...

Hiç ilgini çekmeyeceğini düşünmediğin bir yazarın kitabını oku

Örneğin; İncognito, Homo Sapiens, Ütopya gibi kitapları önüne koyabilirsin. Bu sayede hem düşünme sistemimizle alakalı hem de insanlığın geçmişiyle alakalı bilgilere ulaşabilirsin. Bu neden mi işine yarasın? Düşünme davranma sistemini bilişsel süreçleri daha iyi algılarsan o sistemdeki bozuklukların daha iyi farkında olursun ve bu sayede sende işlemediğini düşündüğün noktalara eğilebilir, düzeltebilirsin.

Koşar adım yürürken müzik dinle

Hızlı yürümek daha hızlı düşünmeye yardımcı olduğuna dair bir araştırma okumuştum. Benimde fikirlerimi toparladığım, yeni hayaller kurduğum, alakasız sahneleri bir araya getirdiğim anlar genellikle hızla uzun uzun yürüdüğüm zamanlar oluyor.

Çok basit bir dansın tuturial/öğretici videosunu izle, kendi sınırlarını zorlayarak o dansı yapmaya çalış, mümkünse karşında bir ayna olsun.

Bu da ne alaka diyorsun :D. Ama bence insan korkaklığından dolayı hep yapabileceklerini uzaktan başkaları yaparken izliyor. Ya beceremezsem ya rezil olursam ya da gülünecek duruma düşersem. Bence dans insanın kendine karşı rezil olma duygusunu yerle yeksan etmede çok iyi bir yöntem! Ayna karşısında hareketleri öğrenme konusundaki beceriksizliğinizi gördükçe utanacak, kızacak sonunda halinize güleceksiniz. Güldükçe aynadaki insanın sadece bir insan olduğunuzu anımsayacaksınız.
Ne var yani hata yapsanız? Yazdığınız ilk cümleden sonrası saçma sapan olsa? Hatta ilk cümleyi bile bir araya getiremeseniz? Dünyanın sonu mu bu? 
Yazıcaksınız.
İLK seferde değil elbette.
Ama o yazıyı yazacaksınız. Bunu biliyorum.
Sizde buna inanablirsiniz.
Vazgeçmeden yaptığınız herşeyin meyvesini alacaksınız bunu ikimizde biliyoruz.

21 Ekim 2018 Pazar


Etkili yazılar yazabilmenin ilk adımı okuduklarımızı anlamamız, değerlendirmemiz ve uygulamamızdan geçer. Çünkü yazılanı sadece sayfalar bitsin, hikaye sonlansın, kitaplığıma bir tane daha yazar ekleyeyim diye okumak sadece unutturur.
Kitabın anlattıklarını genel hatlarıyla anlatabilirsiniz ama ya daha derinde olanlar? Yazarın bize asıl anlatmak istedikleri, romanın köşelerine serpiştirdikleri, sadece meraklı gözlerin görebileceği ipuçları... Onlar ne olacak?
Örnek vermem gerekirse;
Karakterlerin hangi özellikleri çatışmış? Hikaye çoğunlukla kaç mekanda geçmiş? Olayın giriş gelişme çatışma ve sonuç bölümleri tam olarak nerelerde verilmiş? Fazlalık hissettiren cümleler var mı? Betimlemeler nasıl?
Bu örnekler çoğaltılabilir.
Tam da bu sebeple okuduğumuz şey ister bir roman, ister bir hikaye, isterse bir deneme olsun her daim dikkat edeceğimiz ögeleri olacaktır.
Dikkat ettikçe kendi eksiklerinizin farkına da varmış oluyorsunuz.
Örneğin bir kaç sayfalık bir hikaye yazdın. Ama bunu eleştirecek bir arkadaş ya da danışman yok mu etrafında? Kendi kendinin öğretmeni olmak için en doğru andasın!
Neyi eksik yaptığını görebilmen için hikayeni okuyabilmen gerekir.
Betimlemelerin iç mi bayıyor?
Karakterler çok mu sığ?
Olay örgüsünde kopukluk mu var?
Konuşmalar yetersiz mi?
Bu soruları sorabilmen için gerçek bir okur olman gerekir. Cevaplar seni tatmin etmeyecek bile olsa yansız bir şekilde vereceğin cevaplar seni bir sonraki evreye yaklaştıracaktır.
Mühim olan da bu.
Her okuma ile bir sonra ki seviyeye geçen bir oyuncu gibi yolu katetmeye devam edeceksin.
Yolun sonu ödüllerle dolu olacak.
Ödülü hemen somutlaştırmayın.
Gerçekten okuyup yazabilen ve bunun farkında olan kaç insan var çevrenizde? Okurken keyif alan, okuduğu şey hakkında saatlerce tartışan, anlatan, hevesle dinleyen kaç kişi tanıyorsunuz?
İşte bu farkındalık bile zihninize sunduğunuz özel bir hediye.
Geçmişteki siz ile o ödüllerle buluşan siz farklı birisi olacaktır.
Ben değil bunu David Eagleman'ın diyor. Yazmış olduğu çok satan kitabı İncognito'nun sonunda şuna benzer bir şey söylemişti değişen benliğimiz ve yeteneklerimiz hakkında: "Bu kitabı adı David Eagleman olan birkaç farklı insan yazdı, bu hikaye o insanların bütününden ortaya çıktı"
Yani okuma yeteneğiniz geliştikçe başka bir kişi olacaksınız okuma konusunda. Zamanla yazma yetiniz gelişecek ve yine değişeceksiniz. İkisini bir arada yürüten bu işe ilk başlayan sizden farklı ama yine siz olan o kişi seviyeleri tamamlamaya şimdikinden çok daha rahat bir biçimde ilerleyecektir!

Peki nasıl dikkatli bir okur olunur?

  1. Yanına bir sticker al. Dikkatini çeken paragraf ya da cümleleri bu stickerı yapıştır ki dönüp bakmak istediğinden gözünden kaçmasın.
  2. Kült kitapları okuma listene mutlaka eklemelisin. Dünya klasikleri demiyorum, kendi türünde kendini kanıtlamış isimlere ait kitaplar sana en uç noktaları göstermiş olacaktır, bu sayede o uç noktanın eteklerinde dolaşan diğer kitapları okurken farklıları daha rahat görebilirsin.
  3. Okurken sadece suyun yüzeyindekilerle değil altındakilerle de ilgilen. Gerekirse göle elini daldırıp altındaki çamurla bulandır ortalığı. Karmaşıklık iyidir. Kafanın daha farklı boyutlarının çalışmasını sağlayabilir. Nasıl mı? Yazar oğlanın çok durgun ve içine kapanık biri olduğunu mu söylüyor, peki neden böyle biri olabilir? Sen olsaydın neden karaktere böyle bir çerçeve çizerdin? Yazarın bulduğu sebep tatmin edici mi? Başka türlü olsaydı nasıl olurdu?
  4. Romanın bölümlerinin nerede başlayıp nerede bittiği de önemlidir bence. Yazarın hikayeyi nerede başlatıp bitirmek istediğini görebiliriz. Bir bölümü hep heyecanla mı kapatmış? Soru işaretleri bırakmayı mı seviyor? Hemen diğer bölüme geçelim mi istiyor? Yoksa bugünlük bu kadar yeter hissi mi uyandırıyor?
  5. Yazım tarzı! Bence en önemlilerinden birisi bu. Devrik cümle kurmayı mı seviyor? Zaman zarflarını nasıl kullanıyor? Bol betimleme mi sade bir dil mi tercih ediyor? Uzun paragraflar mı seviyor? Kısa mı kesiyor? 
Kendi deneyimlerimden sizlere okuma konusunda dikkat edebileceğiniz bir kaç noktadan bahsettim. Umarım işinize yarar!

Aklınızda daha önce kimsenin yazmadığı tarzda bir hikaye var. Ama nasıl kağıda dökeceksiniz bilmiyor musunuz? 1 hafta içerisinde dünyaca ünlü bir yazar olmanı sağlayacak yazarlık eğitimi yanında!
Endişelenme endişelenme!
Sadece şaka yapıyorum.
Bu tarz şeyler ancak doğuştan yeteneğin ya da üstün zekan varsa olabilecek şeyler. Ama bunlar yok diye yazamaz mısın yani?
Alasını yaparsın!
İhtiyacın olan şey hikayeni kafanda canlı tutup yazmak adına bir kaç temel adımı öğrenmen gerek!
Örneğin hikayen nerede başlayıp nerede yükselişe geçiyor ve sonunu nereye bağlıyorsun?
Çok çok genel bir hat çizebilirsin. Mühim olan ilk ve son cümlen arasındaki bağı kurabilecek bir örüntü. Mükemmel olmasına gerek yok.
Adım atman için önce emeklemen sonra ayağa kalkman ve defalarca düşmen gerekir.

Bir hikayeyi romanlaştırmak tahmin edildiğinin aksine çokta zor değildir. Bence bir hikayeyi hikaye olarak bırakmak çok daha zor. Kısa ve etkileyici bir şeyler yazmak uzun ve dolambaçlı yollardan ziyade çıkmaz bir sokağa girmenize neden olabilir. O yüzden hiç KORKMA. O romanı yazacaksın.
Çünkü o orijinal fikir sadece senin zihninde.

Peki hikaye kurgulanırken dikkat etmen gerek ilk 4 adım ne olmalı?

  1. Olayı başlatan şey ile bitiren şey ne?
  2. Ana karakter/karakterler kim ve neden bu hikayeyi yazmana yardım etmeliler?
  3. Bu hikayeyi diğer tüm hikayelerden farklı kılan ve seni yazmaya iten şey ne?
  4. Bu zamana kadar tahminen kaç kitap okudun?
Bunlar ne biçim sorular diyorsun hissediyorum. Dememelisin. Bir cümleyle başlayıp onu 300 sayfalık bir serüvene çevirmek istiyorsan ceplerinin dolu olması gerekir. Kuru sıkı sallayıp karalamalarla zamanını çöpe atmak istemezsin. Ne yaptığını bilmen için kendi potansiyelini görmen gerekir. Eğer o an için yetersiz isen yeterli olabilmek için silahını dolduracak kurşunlar edinmelisin. Yoksa başka birisi tetiği çeker ve fikrin dünya üzerindeki en mükemmel hikayeyi barındıran hayaller çöplüğüne yollanır.
Hadi soruları beraber cevaplayalım.
  1. Olay tam olarak neydi? Karaktere ne yaptıracaksın? Finalde ölmeli mi Leon gibi? Gasby gibi hazin mi olmalı sonu? Karar ver. Kararsızlık en büyük düşmanın. Yanlış gittiğini hissettiğinde en kötü tekrardan yazarsın ama bilmediğin bir yolda yürümen mümkün değil, bir yol olmalı önünde. Ağır aksak bile olsa ilerleyebileceğin bir yola ihtiyacın var.
  2. Çok fazla karakter mi yoksa birkaç kişi yeter mi? Peki bu karakterlerin çıkarı ne olacak? Neden hikayende rol almalılar? Ne vaat ediyorsun onlara? İyi düşün!
  3. Aklına gün boyunca onlarca farklı fikir gelirken hiç kaleme kağıda sarılma ihtiyacı duymamıştın! Şimdi ne oldu? Neden yazmak için çırpınıyorsun? Neden zihnindeki şeyi somutlaştırma ihtiyacı içindesin? Bu hikayede seni kışkırtan bir şeyler var. Hissediyorum. Peki sen hissediyor musun?
  4. Lütfen dürüst ol. Çünkü nasıl ki bir dil bir insan ise bir kitapla sınırlı kalmış bir zihinde sadece bir cezaevidir. Elinin altında kullanabileceğin bir hayal gücü varken onu kitaplardan mahrum bırakman cezaevinde kalmaktan pekte farklı değildir. Bol bol okuman farklı kurguları yazım tarzlarını türleri görmen gerekir. Farklılıklar sana kendi tarzını oluşturmanı sağlayacak bilgi birikimini verecek şeylerdir.
Soruları cevaplarını vermişsen eğer artık genel hatlarıyla oluşturduğun hikaye taslağın duruyor ellerinin altında. Çokta zor değilmiş değil mi?
Eeee o zaman dans!

Normalde yazı yazmak hayatımın önemli bir kısmını kaplamadan önce not defteri kullanmazdım. Fakat yazarlıkla alakalı tüyolar, kitaplar okumaya başlayınca birçok sevdiğim yazarın yanında not defteri taşıdığını öğrendim.
Örneğin meşhur Aynı Yıldızın Altında kitabının yazarı John Green'de not defterini yanında ayırmayan isimlerden!
Şöyle bir tavsiyesi var kendisinin: "Not defterinizi tutarak fikirlerinizi unutma gibi bir durumla karşılaşmazsanız ama hiç bir zaman aklınızdaki hikayeyi detaylarıyla not almayın" der. Çünkü ne kadar detaylı kaydedersek o kadar hayal gücümüzü o sayfada bırakmış oluruz. Bu yüzdende o fikr4 geri dönüp üzerinden gitmek istediğinizde not aldığınız çerçeve içinde yazmak durumunda kalıyorsunuz.
Not defteri kullanmak hayal gücünüzü tasarruflu kullanmanızı sağlayan bir materyal olabilir.
Daha önce bu sahneyi böyle hayal etmemiştim, şimdi o anki gibi hissetmiyorum, daha iyisi olmalıydı, neden böyle oldu dememek için not tutma alışkanlığı edinseniz çok iyi olur.

İyi hoşta not tutma alışkanlığı nasıl kazanılır?

Size kendi denediğim ve faydasını gördüğüm 4 yol önereceğim. İşinize yaracağına inanıyorum.

  • Kitap okurken sticker kağıtlar kullan! Ne alaka deme şimdi! Bu stickerlar sayesinde okurken hoşuna giden, dönüp tekrar okumak istediğin ya da esinlediğin satırları kayıt altına almış olursun. Böylece not almak istediğinde dönüp bakabilirsin.
  • Alacağın not defteri A6 boyutunda olmalı. Bu sayede istediğin yerde taşıyabilirsin,
  • Kağıtla kalem bir araya gelmeli değil mi? O zaman aklına gelen fikirleri sadece 1 cümleyle not defterine yaz. Bu sayede hem o anı hatırlamaya hem de fikrini tekrardan şekillendirme imkanını bulacaksın
  • Özellikle araba yolculukları arasında, müzik dinlemek beklenmedik bir tetikleyici olabilir. Hele ki boş koltuk bulmuşsanız ya da bir yerlere seyahat ediyorsunuz. Hikayemin kilit noktalarını hep seyahatler esnasında bulmuşumdur. Özellikle otobüsteyken aldığım notlar beklenmedik derecede yardımcı olmuşlardı bana.
  • Not tut dediysem sayfalarca yaz demiyorum. Basitten başla. Örneğin daha önce duymadığın bir şehir, bir hastalık, bir kelime her neyse o yaz gitsin. Sonrasında dönüp onun ne olduğunu araştığında belki de aklındaki fikirler o kelimeyle alakalı yeni bir yol izleyecek. İzlemese de olur. Sonuçta sen o an eski senin bilmediği yeni bir şeyi bilerek yolunu devam etmiş olacaksın. O yüzden bu tarz minik ama etkili şeyleri küçümseni önermem.

13 Ekim 2018 Cumartesi

Yazmaya Başlarken 2. Adım - Hikayenin İlk Bölümü Nasıl Yazılır?
Hikayenizi yazmak için can atıyorsunuz ama hangi kelime hangi cümle ilk önce gelecek nasıl merak uyandıracak bir türlü karar veremiyorsunuz. Hatta o kadar ki kalem elinizde boş sayfaya dakikalarca bakıp sonunda vazgeçiyorsunuz. Çünkü o çok beklediğiniz cümle bir türlü aklınıza gelip kaleminizden dökülmüyor.
Ama tek çare kalemi bırakmak mı? Zamanın çözeceğine inanmak mı? 
Kandırmayın kendinizi!
Zaman sizi kolunuzdan tutup haydi beraber yazalım şu hikayeyi! Öyle br hikaye olsun ki okuyanı ilk satırdan yakalasın ve bir daha bırakmasın! 
Sizce böyle bir şey olması mümkün mü?
Denemeniz gerek. İlk örnekler berbat olacak. Üzgünüm ama gerçekler ne yazık ki böyle. Çok kitap okuyan biriyim ben benimki o kadar kötü olmaz diyebilirsiniz. Ama çok kitap okumakla, kitabın püf noktalarına dikkat etmek, yazım şeklinin farkına vararak okumak aynı şey değil.
Çoğumuz kitap okuyoruz okumasına, ama bize anlatılmak istenen düşüncenin nasıl verildiğine, karakterlerin nasıl kurgulandığında, yazarın kim olduğuna, olay örgüsünün geçtiği ülkeye, karakterlerin hayatlarındaki kesitlere çokta dikkat etmiyoruz. Biz sayfaların geçip gitmesine ve nihai sona ulaşmaya kitleniyoruz.
Kitap bitincede böbürlenerek "Bir kitap daha bitirdim!" diyoruz. Oysa önünde sayamayacağın kadar çok kitap var tatlım! 
O yüzden okuduğun kitaba özen gösterirsen yazarın sana sunduğu hikayeden daha fazlasını da kapmış olursun. 
Yeni kelimeler, yeni yazım sitilleri, yeni kurgular...
Tamam konumuzdan çok uzaklaşmadan bir U dönüşü yapayım. İlk bölüm hikayenin size sunduğu ilk izlenimden başka bir şey değildir. Son derece ölümcül bir öneme sahiptir. Hatta o kadar ki ilk paragraftır, okuru kendinize bağlamanızı sağlayan şey. Bu da ortalama ilk bir dakika olarak söylenebilir.
Ama ilk kez hikaye yazacak biri için bundan korkmanıza çokta gerek yok. Sonuçta hata yapmadan, rezil olmadan, yazdıklarınızdan bıkkınlık geçirmeden iyi bir şeyler çıkarmanız oldukça zor. O yüzden ilk bölümden tasalanmanız için önünüzde uzun bir yolunuz olacak. O yolu yürürken hikayenizin ilk cümlesinden endişelenmeyi bir kenara bırakacaksınız.
Çünkü çoğu kişi böyle düşünmese de yazmak bir alışkanlık meselesidir. Kişiliğinize ve okuyup, dinlediğiniz, izlediğiniz şeylere göre şekillenir. Örneğin çizim yapmaya başlamak için önce kalemi nasıl tutmanız gerektiğini öğrenirsiniz. Sonra çizgiyi nasıl çekmeniz gerekir onu anlarsanız. Yazı yazmak için önceliğiniz kelime dağarcığınız olmalıdır, cümleler kelimelerin komutanlarıdır. 
Bırakın komutanlar bu savaşı kazanmak için sizlere yol göstersin. Ama unutmayın onlara bu savaşı kazanabilmeleri için stratejik silahlar vermeniz gerekir. O yüzden gerekirse elinize bir sözlük alıp sayfa sayfa okuyun. Bunun faydasını sadece yazarken değil konuşurken de göreceksiniz! 
Aşağıda önceden yazdığım bir hikayenin ilk bölümü yer alıyor. Tamamen popüleriteye uygun, cinsel içerik ağırlıklı, ne yazık ki ergenlik kokan bir bölüm göreceksiniz.
Normalde bu hikayeyi koymak istemezdim ama kendi hatalarımdan kaçmaktansa üzerine gidip birçok yönden düzeltmeye çalıştım yazı tarzımı. Bu yüzden bu bölümleri okurken genelde gülüyorum kendime. Zaman gerçekten iyileştirici ama bunun için bir adım attığınız taktirde tutuyor elinizden!

Kalpsiz - 1. Bölüm
Üzerimdeki kıyafetten bile tiksiniyordum. Caner'in o iğrenç suratı gözlerimin önünden gitmiyor, gitmedikçe midem daha şiddetli bulanıyordu. Nasıl yapabilmişti? Nasıl olmuştu da 3 senemizi kelimenin tam anlamıyla bok edebilmişti?
Burnumu çeke çeke Yiğit'in kapısını yumruklamaya başladım. Hemen açıldı. Hizmetli Ayşe abla kapıyı açarken gülümsüyordu, ama yüzümü görünce cin çarpmış gibi irkildi.
"Lal, kızım..." sözünü kestim. "Yiğit nerede?"
"Yatak odasında. Ama sızıp kaldı"
Ne? 
Hem mezuniyet geceme gelmemiş, hem de içmiş miydi? Harika dedim kendi kendime. Hayatımdaki erkeklerin hepsi bok çuvalı!
Caner'e tam 3 senemi vermiştim. Onun için ölüp bitmiş, üniversite hayallerimi bile ona uygun planlamıştım! Ama pislik herif birazcık içmiş ve kendini başka bir kızın kollarına atmıştı. Bu da yetmezmiş gibi bunu benim bir kaç metre ötemde ki malzeme deposunda yapmıştı!
Ayşe ablayı geçip içeri daldım. Üzerimdeki siyah elbisenin yırtmacını çekiştirip, canıma okuyan topuklu ayakkabıları girişe fırlattım. Bir kaç saniye sonra yalın ayak merdivenleri çıkıyordum.
"Lal kızım, dur bir dakika. Lal!" Duramazdım. Konuşmaya ihtiyacım vardı. İçimdeki nükleer bomba patlamadan önce birisinin onu etkisiz hale getirmesi gerekiyordu. Merdivenleri çıkıp, koridorun sonundaki odaya daldım.
Kapıyı açtım ve Ayşe ablanın neden dur dediğini anladım. Görmeyi beklediğim şey yatağa yüz üstü devrilip sızmış bir Yiğit'ti. Ama beklediğim gibi olmadı. Yiğit'in üzerine abanmış, işi pişirmeye başlayan iki kız piyangodan çıkmışlardı.
Kimse odaya birisinin girdiğini fark etmedi. Kızların elleri Yiğit'in üzerinde gidip geliyor, onun istediği şekilde hareket ediyorlardı. Yiğit'in her zaman sadece duyduğum ününü ilk kez gözlerimle görüyordum.
Kadınları hipnotize edecek bir yüze ve bedene sahipti. Kabul ediyorum Kıvanç Tatlıtuğ'dan sonra gördüğüm en yakışıklı erkekti. Ama bu gün benim mezuniyet gecemdi! Sinirle kapıyı duvarı çatlatacak bir kuvvetle kapadım. Kızlar korkuyla çığlık atıp çekildiler ve sonunda Yiğit beni fark edebildi.
"İşin vardı demek?" dedim, gözlerinin içine içine. "Demek çok önemli bir toplantıydı? O kadar ki benim kep attığımı bile görmene imkan yoktu?" Gözleri, beni beklemediğini belli ediyordu.
"Neler oluyor?" dedi sarışın kızlardan birisi. İkisinin de bebek gibi kusursuz ciltlerine bakmak, Caner'in bunlar gibi bir sarışının bacakları arasına gömülmüş yüzünü aklıma getirdi.
Yiğit doğrulurken "Neden buradasın?" dedi. O hınçla, gözümden akıp gitti bir damla. Hızla sildim.
"Ağlıyor musun sen?" Günaydınlar olsun! Bu herif nasıl olur da benim tek sırdaşım olurdu? Daha halimden anlamıyordu!
Sarışın kızların ilgili dudaklarından zar zor kurtularak "Eğlence burada bitti" diye mırıldandı. Kızlar birer ana sınıfı çocuğu gibi konuşup itiraz ediyor, bana düşmanca bakışlar atıyorlardı.
Titreyen ellerimi yanlarımda yumruk yapıp "Yok yok" dedim. "Siz bozmayın keyfinizi" Hızla terk ettim odayı.
Lanet erkekler!
Hiç biri gerçekten ihtiyacınız olduğunda yanınızda olmazdı. İhtiyaç duyduğumda başımı yaslayacak bir omuz çok mu imkansızdı? Ama yok Yiğit beyin üniversite mezuniyetinde cıvıl cıvıl olan, o Amerika'ya gittiğinde her daim arayıp soran, aşık olduğunda atlatmasına yardım eden bendim!
Dostlar bu günler için değilde ne zaman içindi? Boğazım yanıyor gözlerim yaşarıyordu. Ama en çokta bana yalan söylemesi dokunuyordu kanıma. Bildiğin iki tekme yemiştim tek bir gecede. Çok sert tekmelerdi. Nasıl sırtımı doğrultacağım hakkında tek bir fikrim yoktu...
"Affedersin" dedi. Ondan yayılan alkol kokusu burnumun direğini sızlattı. Eğer elimde bir çakmak olsaydı eminim alev alırdık.
Bu kadar alkol almış her normal insan şimdiye kadar sızmış olurdu. Ama Yiğit çok uzun süredir içiyordu. Öyle ki hem beni tutacak hem de ayakta kalacak kadar bağışıklık kazanmıştı.
Gözyaşları yüzünden bulanık görüşümle "Bırak beni" dedim. "Eve gitmek istiyorum" Kollarını gevşetmeden beni yüzüne bakacağım şekilde çevirdi.
"Eve gitmek isteseydin burada olmazdın. Şimdi söyle bakalım neden ağlıyorsun?" Kollarımı kurtarmaya çalıştım. Buraya gelmek iyi bir fikir değildi. Yalnız kalmalıydım. Ama başım, ne yapacağını bilirmiş gibi boynunun çukuruna giriverdi.
Sadece bunu bekliyormuşum gibi ağlamaya başladım. Gömleğini ıslatarak, salya sümük ağlıyordum. Ellerim birer yumruk, ağzım kuru bir çöl, gözlerimse Nil nehriydi. Ağzıma bir sefer bile sigara sürmemiş olmama rağmen, ciğerlerim solmuştu. Soluk alıp verirken canım yanıyordu.
"Nasıl yaptı bunu?" dedim, bir saatlik ağlama seansının sonunda.
Şimdiyse ikinci aşamada: Dökülmedeydim. Yiğit'in elime tutuştuğu viski bardağına bakıp "Anlayamıyorum" diye fısıldadım. Yiğit ensesini ovuşturdu bir yandan da uykulu gözlerini kırpıştırıyordu. Gömleği onu daraltıyormuş gibi üstten iki düğmeyi açıp konuştu.
"Neyi anlamadığını anlamadım" sesi boğuk ve yorgundu. Ama nasıl oluyor da her şeye rağmen dergi kataloğundan çıkmış gibi durabiliyordu! Mavi kot pantolonu ve beyaz gömleğiyle mavi reklamındaki erkekleri çok rahat sollardı. Başımı iki yana sallayarak "Ne zaman, aldatıldığımı anlayamayacak kadar kör oldum?" dedim.
Üniversite hayallerimi bile ona göre şekillendirmiş, istediği her şeyi yapmıştım... Duraksadım. Yapmadığım tek bir şey vardı. Beni altı ay önce sevişmek konusunda bunaltıp durmuştu. Ona istemediğimi bunun için doğru zamanı beklemek istediğimi söylemiştim. Tamam erkeklerin bu konudaki sabırsızlıklarını anlayabiliyordum! Güya o da beni anlamıştı. Ama bir süre sonra, ısrarcı öpücükleri, yalnız kalma çabaları, zorlayıcı dokunuşları çığırından çıkmıştı. Gerçekten büyük bir tartışma yaşamıştık. Çok ciddi bir kavgaydı o kadar ki mezuniyetten bir ay önce barışmıştık.
Daha normaldi. Bunun sebebini şimdi anlıyordum! Artık benimle yiyişmek istememesinin nedeni başkalarıyla o ihtiyacını karşılıyor oluşuydu.
"Bazen haddinden fazla kör oluyorsun" dedi Yiğit. Gözlerimi öfkeyle ona çevirdim.
"Birini...gerçekten sevdiğinde tüm kusurlarını görmezden geliyorsun diye kabahatli ben miyim yani Yiğit?" Başını aşağı doğru eğince öfkem bir tusunami gibi yakıp yıktı her yeri.
"Tüm erkekler.." dedim. "..hepiniz aynısınız" Gözle görülür bir öfkeyle doğruldu.
"Neden?" dedi. "Caner başka bir kızı beceriyor ve bunu söylüyorum diye suçlu ben mi oluyorum?"
"Derdin ne senin?" dedim daha fazla dayanamayarak. "Anlattığımdan beri daha fazla ağlamam için elinden geleni ardına koymadın!"
"Çünkü o küçük ağzın bana az önce ne söyledi biliyor musun?" Sesimi sevimsiz bir biçimde taklit ederek "Sarhoştu. Bana kızın ben olduğunu sandığını söyledi. Sen içince de böyle oldu mu Yiğit?" dedi ve bana bakarak güldü.
"Evet küçük aptal. İçince sevdiğin kadının hayallerini görürsün. Sesini duyduğu, adını fısıldadığını sanırsın. Ama o kadının kokusunu bir başka kadından alacak kadar sarhoş olmayı asla başaramazsın. Nereden mi biliyorum?" dedi şaşkın yüzümü süzerken. "defalarca denedim. Ama olmadı." Gözlerini yumup burun kemerini sıktı.
Onun çektiği acıya şahit olmuştum. Bu duruma katlanamayıp Amerika'ya kadar gitmiş ve atlattığını söyleyip bir sene sonra geri dönmüştü. Ama az önceki bakışlar atlatmaktan çok aklına kazıdığını söyler gibiydi. Fakat bu bana böyle davranması için geçerli bir neden değildi!
"Caner'e saydırıp durmana rağmen tam bir hıyar gibi davranıyorsun! Onun gibi bana yalan söylemiş olman ise çok ayrı bir mesele" dedim.
Yiğit o kadar hızlı bir biçimde karşımda bitmiş ve beni geriye itmişti ki. Yüzüme çarpan sesi saf bir öfke doluydu.
"Ne yapmamı bekliyordun! Sen ona gülücükler dağıtırken, vıcık vıcık aşkınızı alkışlamamı mı?"
Şaşkınlık içinde "Ne?" diyebildim.
"Duydun işte!" Elini saçlarının arasından hırsla geçirdi.
Dediklerimin yarattığı şaşkınlık için öylece bakabildim ona. Sonra oradan gitmek istedim. Yiğitten duymayı beklediğim şeyler bunlar değildi. Endişe üzüntü şaşkınlık içinde hızla çıktım oradan. Arkamdan seslendiğini duyuyordum. Ama oradan kaçmak yapmayı istediğim tek şeydi. Adımlarımı hızlandırdım tek istediğim şey bu gece yalnız kalmaktı!


BANA GİT DEMİŞTİN
(10.03.2015)
Tanıtım

Henüz 17 yaşınızdayken, annenizin intihar edişine şahit olsaydınız? 
Peki, annenizi o son noktaya getirenler için sıradaki kişi sizseniz? 
Defne üniversite sınavlarıyla boğuşan, sıradan bir lise öğrencisiydi. Haziran ayını geride bıraktığında, tüm sınavları başarıyla geçtiğini sanmıştı. Oysa onun için her şey daha yeni başlıyordu:
Bir intihar,
Bulunamayan bir katil,
Ve koca bir kumpas,
Yeraltının karanlık suları ile Devlet'in sırları arasında sıkışıp kalan bir genç kızın hikayesini okumaya hazır olun!

***

Yazı yazmaya başlamadan önce bir hikaye oluşur zihnimizde. Çünkü çoğumuz bilmesekte beynimizin yaptığı en iyi şey öykü üretmektir. Bunu ben değil yapılan bilimsel araştırmalar söylüyor!
Yazı yzmaya başlamadan önce kafasında bir plan oluşturanlar olduğu gibi sayfalara körlemesine girişenler de vardır, bunlardan birisi de  Stephen King'dir ki kendisinin kitaplarının ne kadar başarılı olduğunu pekte anlatmaya gerek yok bence. 

Şimdi bu blogta yapmak istediğim şeyden bahsedebilirim.

Daha önce yazdığım hikayeleri burada yayınlarken, yazma hakkında deneyimlediklerimi, yaptığım hataları anlatarak neyi yapmazsanız zaman kazanır daha dikkatli bir okur olur yazarken akışa kapılır giderseniz onu anlatacağım.



Anlatırken tekrar öğreneceğim şeyler olacağından eminim. 

Çünkü o kadar zaman geçti ki ilk yazılarımdan, deneme ve hikayelerimin üzerinden. Bu yüzden onları tekrar paylaşacağım için biraz gergin ve heyecanlıyım. Çünkü bence baya kötü hikayelermiş hissi veriyorlar. Ama beğeneni olduğu için onları tozlu internet sayfalarından çıkarıp bir yere istiflemek istiyorum.

Burada yazarken sizlere yazmak için yapılacabilecek şeylerden, farklı tekniklerden, okunabilecek kitpalardan, yol yordamlardan bahsetmek beni de tetikleyecek.

Şu anda son düzenlemelerini yapmış olduğum kitabımın bitmesinde bana yardımcı olmasını istediğim bir platform olsun isterken yazmak isteyen insalar içinde mini bir kaynak olsun arzusundayım!

O zaman başlayalım!

13.10.2018 - Cumartesi

BANA GİT DEMİŞTİN -Giriş - TIK

Follow Us @brandallfigure